12 Şubat 2016 Cuma

KEMOTERAPİ-2

Sevdiği, hoşlandığı ne varsa vazgeçiyor yavaş, yavaş… Oyuncaklarını görmüyor bile artık… Resim yapmayı seviyor kızım ancak onu da bırakıyor zamanla… Sevdiği yemekleri yemiyor, yiyemiyor boğazındaki yaralar ve ilaçların etkilerinden dolayı. Tat almıyor. En çok yakışan şeyi unutuyor kızım. Gülmeyi… Kemoterapi başlayınca her şeyin daha iyiye gideceğini düşünüyorsunuz ama olmuyor. An be an değişik etkiler ortaya çıkıyor. Her an tetikte olmak zorundasınız. Aldığınız ilaçların sayılamayacak kadar yan etkileri var çünkü. Şoklar, bilinç kaybı, kan basıncının düşmesi, titreme, ateş ve kusma, iç organlarda kanamalar, pıhtılaşma bozuklukları, bilinç bozukluğu, beyinde hasar, nöbet, koma… Kemoterapinin başlamasıyla beraber vücut tamamen savunmasız hale geliyor. Sıfır direnç yani…Bu nedenle hastayı enfeksiyonlardan korumak zorundasınız. Masum sayılan en küçük bir mikrop ölümcül olabiliyor bu dönemde… Sağlıklı savaşan hücrelerin yerine gelmesini beklemek zorundasınız. Tabii aksilik olmazsa. Bu nedenle bir bebek gibi bakmalısınız çocuğunuza… Sağlıklı bir hücrenin sıfırdan sağlıklı bir hale gelebilmesi yaklaşık 15 günlük süreye ihtiyaç duyulduğunu söylemekte doktorlar. Enfeksiyon kapma riskini önlemek için antibiyotik tedavisi başlatılıyor. Hijyen çok önemli ve dediğim gibi mikrop kapmamalı hasta. Bu nedenle maske kullanmak şart. Yediğin, içtiğin giydiğin her şeye dikkat etmek zorundasın. Aldığın önlemlere rağmen enfeksiyon görülebilmesi olası. Çünkü enfeksiyon sadece dış ortamdan kapılmıyor. Savunma mekanizması tükenen vücut içerisinde, normal şartlarda zararsız olan mikroplar aktif hale gelerek ölümcül olabiliyor. Bu durumda ölüm riski %80-90’lara varabiliyor. Yani çocuklar kanserden ölmüyor. Çocuklarımızın hayatını alan enfeksiyonlar ve yan etkiler. Doktorların ifadesine göre gelişen durumlara göre bir çözüm yolları var. Ama sonuçta her enfeksiyon yeni bir ilaç, yeni bir yan etki…Döngü böyle devam ediyor. Bir taraftan iyileştirmeye çalışırken, bir yandan başka zararlar veriyorsunuz minik bedenlere. Sağlık personeli en az sizin kadar dikkat etmeli hijyenine… Ancak sizin çocuğunuz size değerli. Asla unutmayınız, hayatınızı uğruna feda edeceğiniz çocuğunuz sorumsuz sağlık personeli için çok da önemli değil… Bilinçli olduğunu değerlendirdiğimiz, sorumlu olduklarını düşündüğümüz doktor ve hemşireler sizin kadar hassas olmayacaklardır. Siz üzerine titrerken çocuğunuzun onlar için o kadar da önemli değildir hijyenik olmak. Dışarıda dolaştıkları, hastane içerisinde ve Tuvaletlere de girdikleri terliklerle odaya gelirler, eldiven kullanmazlar, ya da ikaz ettiğinde eldiven kullanmaktan hoşlanmadığını dile getirebilecek kadar rahatlardır maske kullanmayanları da unutmamak gerek… Hepsi için geçerli değil tabii bu yazdıklarım dikkat eden çok değerli sağlık personeli de var ancak genel de bu konuda disiplinsizler. Bol, bol nasihat ederler ancak kendilerine gelince sorumsuzdurlar. Şunu asla unutmayınız çocuğunuz sizin için değerlidir. Vicdanında insan sevgisi, çocuk sevgisi, maneviyat barındırmayan doktor, hemşire başkalarının çocuğunuza faydalı olamaz. Asla unutmayınız , lösemiyi yenmek iyi bir moral, inanç, genel hijyen, beslenme, doktor ve hemşirelerin eğitimli ve hastalığı yeneceklerine en az sizin kadar inançlı olması, iyi bir tıbbi bakım ve her şeyden önemlisi güçlü bir MANEVİYAT meselesidir….

15 Ocak 2016 Cuma

KEMOTOTERAPİ-1

Lösemi tedavisi aslında o küçücük bedenlerin kaldıramayacağı kadar ağır bir süreç… Kanserli hücreleri yok etmek için bilimin geliştirdiği tek çare kimyasal ilaçlardır. Kullanılan bu kimyasal ilaçlar vücuttaki kanserli hücreleri yok ettiği gibi vücudun savunmasında görevli savaşçı iyi hücreleri de bitirir… Vücut kimyasal ilaçların vücuda girmesiyle beraber tamamen savunmasızdır. Asıl tehlike de budur aslında… Masumun hayatını alan lösemi değildir. Savunma mekanizmasının bitmesiyle beraber bir nezle mikrobu, masum bir bakteridir ölüme neden olan… Bu nedenle savunma mekanizmalarının güçlendirilmesi amaçlanır normal savaşçı hücreler yeniden üretilinceye kadar. Süreç çok zorludur… Kemoterapi tek çare olarak sunulur bizlere… Başka bir tedavi yöntemi de yoktur zaten. Verilen kimyasal ilaçların inanılmaz yan etkileri vardır. Bundan çokça bahsedilmez, moraliniz bozulmasın diye. İnancım o dur ki "KEMOTERAPİ" gerçeği koca bir toz pembe yalandır… Ama maalesef başka bir çıkar yolun da yoktur bu süreçte…Kabul edersin Kemoterapiyi…Bir anne bir baba olarak bir abla olarak kimyasaldan şifa umarsın… Lösemi tedavisi mümkün müdür? Tedavi süreci içinde şunu tecrübe ettim…Kemoterapi Lösemi hastalığı için çözüm değildir. Aslında kemoterapiyi kabul etmekle beraber ölüme razı oluyorsun bir yerde. Vücut bu sistemle tamamen savunmasız hale gelir. Toparlamaya çalışırsın vücudu.. İşte burada ilahi kudret devreye girer. Yapabileceğin aslında çok fazla bir şey yoktur. Doktorlar sürekli vücudu takviye ettiklerini söylerler. Kendileri de inanmazlar aslında bu koca yalana. İnanmak isterler yan etkiler gelişmesin, vücut mikrop kapmasın, hastalık tekrar etmesin, farklı komplikasyonlar gelişmesin diye… Alınan ilaçlarla beraber zamanla yemek yiyemez hale gelir, yutamazsın yediklerini… Su kezzap gibi yakarak geçer boğazından midene. Çocuğun bakar umutsuzca gözlerine “anne suyu içemiyorum” yanıyor acıyor anne diyerek… Ağız içi, boğazları, vücudu yara içindedir… Gözlerinin içine bakarak ağlar çaresizce…Evladının eridiğini görürsün… Kilo kaybeder, zayıflar, bir deri bir kemik kalır…Sevdiği ne varsa istemese de hepsini terk etmeye başlar. Ama sen güçlüsündür yine de…İçin kan ağlasa da, erisen de kızınla beraber savaşmaya devam edersin…Umut her şeydir…Bu acılar geçecektir…Allah seni sınar her gün evladınla…Çıldırma noktasına gelirsin… İsyan edesin gelir…Edemezsin… Ağlayamazsın… Sıkarsın dişlerini, acını içine gömersin…Çünkü çok güçlü olmak zorundasındır. Savaşçı ruhun burada devreye girer, evladına o ruhu aşılamaya çalışırsın. Bilirsin ki, hayal edersin ki bu acılar geçecek… Bilirsin ki o çocukların kahramanları anneleridir. Bilirsin ki kahraman kaybederse film biter…

8 Ocak 2016 Cuma

BİR ÇOCUK HAYAL EDİN…

Bir çocuk hayal edin… Adı Sinem, Cansu, İbrahim, Beyza, Yıldız olsun…Hayatlarının baharında okulda olmasını beklediğiniz, ip atlayan, kavga eden, top koşturan, hayata sımsıkı sarılan, güleç, masum, günahsız, annesinin bir tanesi, babasının kahramanı…Gerekli olmadıkça ellerinden kollarından hiç çıkmayan serum iğneleri, saçları ve kaşları dökülmüş, kimisinin midesi şişmiş, kimisinin acısı dinmez, ağız yaraları,kemoterapiden kaynaklanan kanamalar, ilaçların yan etkisinden oluşmuş bin bir türlü yaranın ağrısına alışmış yada alışamamış… Bir çocuk hayal edin… Yattıkları yataklarda bir ömre fazla gelecek kadar ağır bir yükle, nefes almaya çalışıyorlar… Kolunda serumla, 3 damarından ilaç alan 7 yaşında bir küçük kız… Üstünde bir atlet, gözleri bitkin bakan… Hangi dünya bu geldiğim dercesine, sarılamadığım, iyi edemediğim bir küçük… Artık olmayan! Bir çocuk hayal edin… Umut yüklü, hüzün yüklü, acı yüklü… Ve hayal edin küçücük bedenleriyle illet kanser hastalığıyla mücadele etmesi gerektiği öğretilen, umutlarını hiç yitirmeyen, acılarını içine gömen, koca bir insan olgunluğunda… Hepsi birer savaşçı… Kendi iç dünyalarında ne yaşadıklarını asla bilemeyeceğiniz, yaşadığı acıları tahmin etseniz de asla hissedemeyeceğiniz, ilahi güce inanmış minik bedenler… Bir çocuk hayal edin… Tedavi sürecinin yani kemoterapinin başlamasıyla beraber sürekli kan takviyesi alan, serumla beslenen, boğazlarında ve vücudunun her yerinde çıkan yaralarla baş etmeyi öğrenen, yemek yiyemeyen, su içemeyen, tuvalet ihtiyacını annesinin kucağında karşılayan, aldığı ilaçlar nedeniyle kollarını kaldıramayan, gözleri baygın bakan, sürekli uyuyan, çaresizliğin verdiği ezikliği içinde hisseden çocuklar, ilaçların yan etkilerini hayal bile edemeyen çocuklar… Bu çocukların hepsi kahraman… Benim kahramanlarım… Umutlarını hiç kaybetmezler bu çocuklar… İlahi gücün varlığına inanırlar… Minik eller dualar eder siz fark edemezseniz de… Kıskanırlar kardeşlerini, sağlıklı çocukları bazen masumca…Ve insan olmanın en yalın halidir bu çocuklar… Büyük insanların bile dayanamayacağı, kaldıramayacağı ilaçları sıradan bir nezle ilacı gibi alırlar vücutlarına… Güçlüdürler hep… Annelerinden güç alırlar... En büyük dayanaklarıdır bu kanatsız melekler onlar için… Aynı acıyı yaşarlar, aynı acıyı hissederler yüreklerinde, aynı umudu taşırlar… Bir an önce bitsin isterler bu süreç… Gece olunca yalnız kalırlar baş başa… Hayallere dalarlar beraber… Güzel günlerin hayaline… Yeniden top koşturacak, yeniden okula gitmeyi, arkadaşlarına kavuşmayı ip atlayacak günlere… Nazlıdırlar, annelerine ağlarlar bir tek…Anneler ağlamaz ama… Bir çocuk hayal edin şimdi umutları olan…Bir anne hayal edin acılarını içine gömen, mutluluk oyunu oynayan…

18 Aralık 2015 Cuma

HASTALIĞI ÖĞRENMEMİZ ….

23 Nisan Çocuk Bayramının ertesi günü Allah’ın bize uygun gördüğü yaşamımız içerisindeki sınavımız başlıyordu. 24 Nisanda küçük kızım Sinem’in idrar yollarındaki rahatsızlığı nedeniyle eşimle beraber Aksaz Asker Hastanesine gitmeye karar verdik. Bunun yanı sıra idrar yolu enfeksiyonunun dışında gözlemlediğimiz başka bulgularda vardı. İştahta azalma, yüzde solgunluk, yorgunluk hissi, halsizlik gibi. Hastaneye vardığımızda çocuk doktoruna asıl rahatsızlığına ilave olarak bu belirtilerden de bahsettik. Doktordan tam kan tahlili yapılmasını istedik. Bahsettiğimiz diğer şikayetleri değerlendirerek tam kan tahliline gerek olmadığını, bahse konu şikayetlerin enfeksiyondan kaynaklanabileceğini ifade etti. İdrar ve kültür testinin yeterli olacağını belirtti. İdrar yolları enfeksiyonuna karşı antibiyotik reçete etti doktor. Oysa 12 yaşında olan büyük kızım ve 7 yaşında olan Sinem kızım için hiç antibiyotik kullanmadım ben. Nitekim kullanmadım da yazılan antibiyotiği. İdrar ve kültür test sonuçları bir hafta sonra çıkacaktı. Bir hafta sonra yani 30 Nisanda hastaneye tekrar gittiğimizde aynı bulguların devam etmesi nedeniyle tam kan testinde ısrarcı olduk ve tam kan testini yaptırdık. Aynı gün öğleden sonra doktorumuz eşimi ısrarla arıyor ve en kısa zamanda hastaneye gelmemizi istiyordu. Ne olmuştu da bu kadar ısrarcıydı doktor. Aklıma geliyor ihtimaller ama konduramıyorum kızıma. Kovuyorum sürekli kötü düşünceleri beynimden. Doktorumuzla görüşmeye girdiğimizde daha doğrusu eşim girdi görüşmeye. Kan değerleri normalin üzerinde çıkmıştı. Tahlil sonuçlarının lösemiye işaret olabileceği ancak birtakım testler daha yapılması gerektiği belirtildi doktorumuz tarafından. Konuşmayı müteakip ultrason muayenesine gönderildik dalak, karaciğer ve lenf bezlerinde herhangi bir değişikli olup olmadığı konusunda. Yapılan ultrason muayenesi sonucunda dalak da büyüme, karaciğerde normalin biraz üzerinde bir büyüme görülmüştü. Lenf bezleri ise temizdi. Lösemide görülen kilo kaybı, gece terlemesi, uygun tedavi ile kontrol altına alınamayan sık tekrarlayan ateş, kemik ağrıları, cilt altında kanama (toplu iğne başı kadar küçük kırmızı döküntüler, kolay ortaya çıkan morarmalar), burun ve diş eti kanamaları, boyun ve koltuk altı lenf bezlerinde, karında şişlik, diş etlerinde kabarma gibi belirtiler yoktu kızımda. Durumu öğrendiğimden itibaren soğukkanlılığımı korumaya devam ettim, etmeliydim. Oysa kader ağlarını örüyordu, zor bir yola giriyorduk. Çok ağladık eşim ve ben. Ama biliyordum ki ağlamalar, sızlanmalar benim minik prensesim için çare değildi. Şimdi güçlü olma zamanıydı. Hızlı ve doğru karar vermek zorundaydık soğukkanlılığımızı koruyarak. Lösemiyle karşı karşıyasın yani kan kanseriyle… Hızla ilerleyen bir hastalık… Yaşadığımız Marmaris ilçesinde Hematoloji bölümü olmaması nedeniyle Tepecik/İzmir Araştırma Hastanesi ile bağlantıya geçildi ve hastaneye geleceğimiz bildirildi. Akşamüstü büyük kızım Azra’yı arkadaşıma emanet ederek yola çıktık. Sinem’in durumundan bahsetmedik çünkü okulların kapanmasına çok az bir süre kalmıştı ve ertesi gün son bir sınavı daha vardı kızımın. İzmir yolunda çok dua ettim çok inşallah test sonuçları hatalıdır diye Umut işte… Tepecik eğitim ve Araştırma Hastanesine vardığımızda giriş işlemlerini yapmayı müteakip aynı testler tekrar yapıldı. İlk test sonuçları Marmaris’te çıkan test sonuçlarını doğruluyordu. Ancak kesin tanı için sabahı beklemek zorundaydık. Hematologların sonuçları incelemesini müteakip sonuç kesinleşecekti… Allah’ım herkes yanılsın lütfen yanılsın. Sabahı zor ettik… Sabah lösemi tanısı kesinleşti… Uzman hematologlar tarafından hastalığın seyri ve tedavi yöntemi konusunda, eşim ve bana kısa bir bilgi verildi. Soğukkanlılığımızı korumamamız gerektiği, hastalığın tedavi edilebilirliği vs. vs. Ve karar vermemiz istendi tedavinin bulunduğumuz hastanede mi yoksa başka bir hastanede mi devam etmesi konusunda. Kararı derhal vermemiz gerekiyordu çünkü lösemi de kan değerleri çok hızlı değişiyordu ve zaman aleyhimize işliyordu. Tedaviye nerede başlayacağımız konusunda önümüzde iki seçenek vardı. Ya kalıp burada devam edecektik ya da Ankara/GATA’ ya gidecektik. GATA’ da karar kıldık. Bu arada Sinem’e bulunduğumuz hastanede rahatsızlığını söyledim anlayabileceği şekilde anlatmaya çalıştım yavruma. “Vücuduna kötü askerlerin girdiğini, içinde bulunan iyi askerlerle bir savaş halinde olduğunu” söyledim. “Sen ne kadar vücudunda ki iyi askerlere yardımcı olursan, kötü askerler bu savaşı kaybedecek”… O boncuk gözlerinden bir, bir yaşlar dökülmeye başladı… Ağladı, üzüldü ve korktu “neden ben” dedi. Haklıydı kendince bu soruyu sormakla… Televizyondaki reklamlardan, tanıyordu bu hastalığı. İlk sorduğu soru “anne saçlarım dökülecek mi?” oldu. Benim ise kızıma cevabım hayırdı. “Seninle beraber bu hastalığı yok edeceğiz” dedim, Allah da yanımız da olacak…”Senin de büyük bir savaşçı olman gerekiyor” dedim. Kafasını sallayarak “tamam” dedi. Öptüm kızımı koklaya, koklaya… Hayranım ben kızıma. Zeki, onurlu, gururlu, inatçı, hırslı, duygusal ve çılgın bir çocuk Sinem... Lösemiyi yeneceğine eminim. Öğleden sonra Marmaris’e dönüp ablamıza da durumdan bahsettik… Çok üzüldü tabii… Biz İzmir’e gittikten sonra, arkadaşları ağzından kaçırmıştı Sinem’in rahatsızlığını… O da büyük bir olgunlukla, bir abla olarak, asil bir abla olarak toparlanmış, kardeşinin rahatsızlığına yönelik gerekli araştırmaları yapıp destek için kendini hazırlamıştı. Ertesi gün günlerden 02 Haziran 2015 Salı sabahı ayrıldık evimizden uzun bir yolculuğa çıkmak üzere, umutla… Sinem’in okul arkadaşları, öğretmeni, müdürümüz ve dostlarımız yolcu etti bizi… Hastalığı öğrendiğimizden itibaren bizlere destek veren, dualarını esirgemeyen tüm dostlarımıza sonsuz teşekkürler… Kızımın son mutlu anı… Mutlulukla karışık yoğun bir duygu seli… Biz ağlamadık, herkes ağladı…

9 Aralık 2015 Çarşamba

ANTİ KEMOTERAPİ....


Sıradan bir gündü. Bazen o sıradan dediğin güne dönmek istersin bir şeyleri değiştirebilmek için ama mümkün olmaz ya...O muhteşem gücün karşısında bir insan olarak elindeki gücün güç olmadığını anlarsın...Uzun bir yolculuğun hikayesi başlar haberimiz olmadan sessizce ve derinlerden gelen bir fırtına, tüylerimizi diken diken ederek... Aylardan nisan ayındaydık, minik prensesimin 23 Nisan Çocuk Bayramından dolayı sınıfça sergileyecekleri bir etkinlikleri vardı. Her gün provalarını iple çekiyordu aynı zamanda eğlenceli ve yorucu oluyordu kendisi için ama hiç umurunda bile değildi. Çocuk onlar…Çocuklarımızı özel kılanda zaten özgür oluşları değil midir, hayatı zerresine kadar kullanmak değil midir? Sinemimin Durusu vardı çok sevdiği yakın arkadaşı, kankası... Durunun aklına hiç gelir miydi bir gün kuş misali olmuş arkadaşı bu dünyadan uçup gitmiş melek olmayı istemiş...Hangimizin aklına gelirdi ki? Bir anne olarak, bir baba olarak, bir abla olarak, güzel bir melek olacağı... Hayat doluydu Sinem…Arkadaştı herkesle…Hele bir de Duru’su varsa yanında değme keyfine… Duru ve Sinem dostluğu özel di hep..Bir bakmışsınız kavga edip birbirleriyle küsmüşler, bir bakmışsınız ki aralarında hiç kavga olmamış gibi ilişkileri daha da perçinlenerek kocaman olmuş…Oturduğumuz yerde iki kişiden oluşan bir çete gibiydiler. Hiç unutmuyorum çalışıyordum o dönem kulağıma fısıldanan bir hikaye bu…Kendilerinden yaşça küçük bir kız çocuğunu almışlar ortalarına …Oyun oynuyoruz hesabı minik kızı çamura bulamışlar.Yavrum minik kızın hiç sesi çıkmıyor, tırsmış bir vaziyette…Bunlar bana ne yapıyorlar diye kendi kendine düşünürken artık dayanamamış işkencelerine ve bir fırsatını bulup kaçmış yanlarından. Çok gülmüştüm kendi kendime, diyorum ya Sinem ve Duru ikilisinin öyle çok hikayesi var ki… Hatırladığımda tutamayıp kendimi çok gülüyorum. Okul dışında da ve etkinliklerde hep beraber olan muhteşem ikili işte… Sinem’i kendime ve kendi çocukluğuma çok benzetirim. Sevimli, sessiz ve sakin gibi gözüken kendini sevdiren, haksızlığı sevmeyen, lider ruhlu, aynı zamanda şefkatli küçük cadı.. Diyorum ya sevdirirdi kendini Duru’nun anne ve babasına sevdirdiği gibi… Çok severlerdi Sinemi. Sinem arada sırada ders çalışmaya giderdi Durusuna…İkinci kızları gibi olmuştu sanki. Hakikaten çok seveni vardı kızımın. Öğretmeni olsun, sınıfında ki arkadaşları ve onların anneleri, ablasının arkadaşları…Özellikle ablasının arkadaşlarıyla çok iyi anlaşırdı onlarla takılmak yeni yeni şeyler keşfetmek haz verir di Sinem’e. Kendini sevdirme çabası olmayan bir çocuktu ve bu kadar sevgiye karşı hiç bir şekilde şımarıklığı olmayan olgun bir kız çocuğu. Sinem’i size anlatmakla bitiremem. Yaşananların ancak size bir özetini çıkarabilirim. Yedi yıl süren bir hayatı, bir evladın yaşamını yazacağım kitabımda…